30 Nisan 2020 Perşembe

Ölümün Nefesinde Felsefe: Friedrich Nieztsche'nin Son Görüntüleri





Ölüm güç bir şeydir. Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır, diye düşünürüm her zaman.
Nietzsche Ağladığında, Irvin D. Yalom



28 Nisan 2020 Salı

Lev Nikolay Tolstoy - İtiraflarım III



Bölüm III

Böylece, kendimi bu deliliğe kaptırarak evlenene kadar bir altı yıl daha bu şekilde yaşadım. Bu süre zarfında yurt dışına çıktım. Avrupa'daki insanların hayat tarzı ve benim önde gelen aydın Avrupalılarla (Not: Ruslar çoğunlukla Avrupalılar ile kendileri arasında bir ayrım yaparlar) olan yalcınlığım mükemmel insan olma yolunda çaba göstermeye olan inancımı daha da pekiştirdi. çünkü aynı inanca onlarda da rastladım. Bu inanç bende de günümüz eğitimli insanlarının çoğunda görülen o yaygın şekliyle yer etti. Bu inanç, ifadesini 'ilerleme' sözcüğünde buluyordu. Bana o zamanlar bu sözcüğün başka bir anlamı varmış gibi geliyordu. En doğru şekilde "Nasıl yaşarım?" sorusuyla kendime işkence çektirdiğim (hayata bağlı her insan gibi) ve cevap olarak "İlerlemeye uygun olarak yaşa."yı verdiğim zamanlar henüz sadece, kayığı rüzgar ve dalgalarca sürüklenirken kendisi için hayati ve tek soru olan "Dümeni ne tarafa kırmalı?" sorusuna "Biz bir yerlere sürükleniyoruz?" cevabını veren adama benzediğimi bilmiyordum. O zamanlar bunun farkında değildim. Sadece zaman zaman akıl yürüterek olmasa da içgüdülerimle -insanların hayatı anlamalarındaki eksikliklerini gizlemede kullandıkları, günümüzün bir hayli yaygın olan bu batıl inancına isyan ettiğim oluyordu. Örneğin, Paris'te kaldığım sırada tanık olduğum bir infaz bana ilerlemeye olan batıl inancımın tutarsızlığını göstermişti.

 Kafanın bedenden ayrılışını ve her ikisinin ayrı ayrı sandığın içine gürültüyle düşüşlerini gördüğümde, sadece aklımla değil ama bütün varlığımla anladım ki, günümüzün ilerlemelerine ait akla dayalı hiçbir kuram, yapılan bu işi haklı çıkaramazdı ve dünya var olalı beri herkes bu işi, hangi kuram çerçevesinde olursa olsun, gerekli görmüş olsa da ben bunun gereksiz ve kötü bir şey olduğunu biliyordum. Bu yüzden iyiyle kötünün ne olduğuna insanların söyledikleri ve yaptıklarına bakılarak karar verilemez. İlerlemenin kendisi de hakem olamaz. Hakem benim yüreğimdir. Hakem kendimdir. 


Hayatta bir rehber olarak ilerlemeye duyulan inancın batıl ve eksik bir inanç olduğunu fark edişim bir de ağabeyimin ölümüyle oldu. Akıllı, iyi yürekli ve ağırbaşlı bir insan olan ağabeyim, henüz çok genç yaşta hastalandı ve bir yıldan fazla bir süre hastalığı çektikten sonra niçin yaşadığını ve hele de, niçin ölmek zorunda olduğunu anlayamadan acılar içerisinde can verdi. Var olan hiçbir kuram ağabeyimin bu yavaş ve ağrılı ölüm sürecinde bana ya da ona bu soruların yanıtlarını veremezdi. Ancak buralar benim inancımı sorguladığım nadir olaylardı ve ben gerçekte bir tek ilerlemeye inandığımı söyleyerek yaşamaya devam ediyordum. "Her şey tekamül eder, ben de her şeyle birlikte tekamül ederim. Benim de niçin her şeyle birlikte tekamül ettiğim bir gün ortaya çıkacaktır." İnancımı tam da o zamanlar formüle etmiş olmalıyım. Yurt dışından döndükten sonra taşraya yerleştim ve köy okullarında öğretmenlik yapmayı denedim. Bu işten özellikle zevk alıyordum, çünkü bu işte yazarak insanları eğitmeye çalıştığım zamanlarda kendisini bana açık seçik belli eden ve gözlerini dikip yüzüme bakan o sahtelik duygusuyla karşı karşıya gelmek zorunda kalmıyordum. Orada da gene ilerlemeyi savundum, ama artık ilerlemeye eleştirel bir gözle bakıyordum. Kendi kendime şöyle diyordum: "Gelişim aşamalarının bazılarında ilerleme yanlış yönde gerçekleşmiştir. İnsanın ilkel köylü çocuklarına tam bir özgürlükçü düşünceyle yaklaşması ve ilerlemenin hangi yolunu isterlerse o yolu seçmekte özgür bırakması gerekir." Gerçekte ise aynı çözümsüz sorunun etrafında dönüp duruyordum. O sorun şuydu: Kişi ne öğreteceğini bilmeden nasıl öğretecekti? 

Edebi faaliyetlerin üst düzeyde yürütüldüğü o camianın içindeyken kişinin ne öğreteceğini bilmeden öğretme işini yapamayacağını fark etmiştim. Çünkü herkesin farklı farklı şekillerde öğrettiklerini gözlemlemiştim. Aralarında kavga ederek başarılı oldukları tek konu sadece birbirlerinden cehaletlerini saklamaktı. Orada, o köylü çocuklarla, onları istediklerini öğrenmekte özgür bırakarak, bu sıkıntıyı hiç yaşamamam gerektiğini düşündüm. Faydalı hiçbir şey öğretemeyeceğimi ruhumun derinliklerinde bilip de -çünkü neyin faydalı olduğunu kendisinin bilmediğini de biliyordum -bir yandan da kendimi öğretme arzumu tatmin çabası içinde buluvermek, şimdi hatırladıkça, komiğime gidiyor. Öğretmenlik işinde bir yılımı geçirdikten sonra kendim hiçbir şey bilmeden insanlara nasıl öğretmenlik yapabileceğimi keşfetmek amacıyla ikinci kez yurt dışına çıktım. Sanırım bunun nasıl yapılabileceğini köylü ayaklanmasının olduğu o sene (1861), yurt dışında öğrendim.


Rusya'ya bütün bu bilgelikle donanmış ve de bir Ara bulucu* olarak döndüm. Hem okullarda cahil köylüleri hem de yayınladığım dergi yoluyla okumuş sınıfları eğitme işine soyundum. İşler yolunda gidiyor gibiydi, ancak ben kendimi ruhen çok sağlıklı hissetmiyor ve işlerin bu şekilde uzun süre devam edemeyeceğini düşünüyordum. Eğer ki hayatın henüz keşfetmediğim ve bana mutluluk vaat eden bir yönü. *Köylülerle toprak sahipleri arasında ara bulan kimse. (Çevirmenin notu) ha -evliliğim -olmamış olsaydı, on beş yıl sonra varacak olduğum o çaresizlik noktasına belki o günlerde varmam gerekirdi. Bir yıl boyunca kendimi bu ara buluculuk işiyle, okullarla ve dergiyle meşgul ettim. Sonunda o kadar yıprandım -özellikle de kafa karışıklığımın bir sonucu olarak ara bulucu olarak işim o kadar zordu, okullarda yürüttüğüm faaliyetlerin sonuçları o kadar belli belirsizdi ve dergide üstünkörü kaleme alınmış olan yazılarım (ki hepsi sonuçta aynı kapıya çıkıyordu: Herkesi eğitme ve bunu yaparken de neyi öğreteceğimi kendisinin de bilmediği gerçeğini saklama isteğine) o kadar iticiydi ki, hastalandım. Hastalığım fiziksel olmaktan çok ruhsal bir rahatsızlıktı. Her şeyi bir kenara bırakarak taze hava solumak, kımız içmek ve sadece hayvanlar gibi bir hayat sürmek için bozkırlara, Başkırların yanına gittim. Oradan dönüşte evlendim. Mutlu evlilik hayatının yeni koşulları yönümü hayatın anlamını bulma arayışlarından başka bir tarafa çevirdi. O dönemde bütün hayatının odak noktası ailem, karım ve çocuklarım; dolayısıyla da gelirimizi artırma arayışlarıydı. Kendimi ahlaki açıdan mükemmel hale getirme uğraşım yerini -ki sonradan bu, kendimi hayatın her alanında mükemmelleştirme, yani ilerleme uğraşıyla yer değiştirecekti -şimdi de basitçe kendim ve ailem için mümkün olan en iyi hayat koşullarını oluşturına çabasına bırakmıştı. Bu şekilde bir on beş yıl daha geçti. Artık gözümde yazarlığın hiçbir öneminin kalmamış olmasına rağmen, benim o değersiz çalışmalarıma verilen büyük maddi ödüller ve tutulan alkışların baştan çıkarıcılığı karşısında ben de kendimi yazmaya, sadece maddi durumumu iyileştirmek ve kendi hayatırnın ve genel olarak hayatın anlamına yönelik ruhumda yükseleno soruları bastırmak amacıyla adadım. Şöyle yazdım: Benim için tek olan gerçeği, yani insanın kendisi ve ailesi için en iyi imkanları sağlamak amacıyla yaşaması gerekliliğini öğreteceğim. Bu şekilde yaşamaya devam ettim, ama bundan beş yıl önce bana çok tuhaf bir şey olmaya başladı. İlk başlarda bir kafa kanşıklığına ve hayatın durmuş olduğu gibi bir hisse kapıldım. Ne yapmam ve hayatımı nasıl yaşamam gerektiğini bilemiyordum, kendimi kaybolmuş ve keyifsiz hissediyordum. Ancak bu durum çok sürmedi ve ben de eskisi gibi yaşamaya devam ettim. Sonra bu kafa kanşıklığı gitgide daha sık ve hep aynı şekilde nüksetmeye başladı. Bu dönemlerde aklıma hep şu sorular geliyordu: Ne için? Amacın ne? İlkin bunlar bana amaçsız ve alakasız sorular gibi geliyordu. Cevapların herkesçe bilindiğini, çözümü bulmak istersem bunun beni fazla uğraştırmayacağını, sadece o an o işe ayıracak vaktim olmadığını, ama istediğim takdirde cevabı bulabileceğimi düşünüyordum. Ne var ki, sorular kafamda daha sık tekrarlanır ve gitgide daha büyük bir ısrarla cevap bekler olmuşlardı. Hep aynı yere düşen mürekkep damlaları gibi hep birlikte bir kara lekede toplanmışlardı. Sonra benim başıma da ölümcül bir iç hastalığına yakalanan herkesin başına gelenler geldi. İlkin önemsiz rahatsızlık belirtileri ortaya çıkar, ki hasta kişi bunları hiç umursamaz. Sonra bu belirtiler gitgide daha sık ortaya çıkmaya başlar ve birleşerek kesintisiz bir ıstırap sürecine dönüşür. Istırap artar ve hasta adam ne olup bittiğini anlamadan, ufak bir rahatsızlık sandığı şey onun için çoktan dünyadaki en önemli şeye -ölüme-dönüşmüştür bile! İşte benim başıma gelen de bundan farksızdı. Bunun rastgele bir rahatsızlık olmadığını, çok önemli bir şey olduğunu anlamıştım ve eğer bu sorular kafamda tekrarlanıp duracaksa, o halde onların cevaplarını bulmam gerekirdi. Ben de o cevapları bulmaya çalıştım. 

Sorular çok aptalca, basit ve çocukça geliyordu. Ama o soruları ele alır almaz ve de çözmeye çalışır çalışmaz derhal şuna kani oldum ki, ilk olarak, bu sorular çocukça ve aptalca değil, hayattaki en önemli ve derin sorulardı. ikinci olarak da, madem ki Samara'daki malikanemle, oğlumun eğitimiyle, ya da bir kitap yazmakla iştigal ediyordum, o halde bütün bunları niçin yaptığımı bilmek zorundaydım. Bunların için yaptığımı bilmediğim sürece hiçbir şey yapamaz ve de yaşayamazdım. Beni bir hayli meşgul eden bir konu olan malikanenin idaresi konusunu düşündüğüm anlarda aklıma birdenbire şu soru gelirdi: "Haydi bakalım, Samara'da 6.000 desyatinalık* bir arazin ve 300 atın olacak, peki ya sonra?" ... Zihnim alt üst olmuştu ve ne düşüneceğimi bilemiyordum. Ya da, çocuklarımın eğitimleriyle ilgili planlar yaparken kendi kendime şöyle derdim: "Ne için?" Ya da, "köylülerin nasıl kalkınacaklarını düşünürken birdenbire kendi kendime şöyle söylerdim: "Ama bunun benim için ne önemi var ki?" Ya da çalışmalarımın bana sağlayacağı ünü düşününce kendime şöyle derdim: "Haydi bakalım, Gogol'dan ya da Puşkin'den ya da Shakespeare'den ya da Moliere'den ya da dünyadaki geri kalan bütün yazarlardan daha ünlü olacaksın! Olacaksın da ne olacak?" Ve bu sorulara hiçbir şekilde cevap bulamıyordum. Bu sorular bekletilmeye gelmezdi ve acil olarak cevaplanmaları gerekiyordu. Onlara cevap bulamadığım takdirde yaşamam imkansızdı. Ama hiçbir cevap da yoktu. Üzerinde durduğum şeyin çökmüş olduğunu ve ayaklarımın altında hiçbir şeyin olmadığını hissediyordum. Üzerine hayatımı kurduğum o şey artık yoktu ve ondan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bir desyatina yaklaşık on bir metrekaredir. (Çevirmenin notu)

Kaynak: 
Lev Nikolay Tolstoy - İtiraflarım, antik kitap

27 Nisan 2020 Pazartesi

Lev Nikolay Tolstoy - İtiraflarım II


Bölüm II

Bir gün gençliğimin o on yıllık dönemini kapsayan dokunaklı ve öğretici hayat hikayemi anlatacağım. Sanırım pek çok kişi de benimle aynı deneyimden geçti. Bütün ruhumla iyi bir insan olmayı arzuluyordum. Ama iyi bir insan olmanın peşinde koşmak için çok genç, tutkulu ve yalnız, yapayalnızdım. Bu samimi arzumu, yani ahlaki bakımdan iyi bir insan olma arzumu her dile getirişimde aşağılanma ve alayla karşılaştım. Ne zaman adi ihtiraslara teslim oldum, o zaman insanlar beni övdüler ve teşvik ettiler.

Hırs, iktidar düşkünlüğü, açgözlülük, şehvet, kibir, öfke ve intikam -bunların hepsi saygı gören şeylerdi. Bu hırslara teslim olarak ben de büyüklerim gibi oldum ve bu şekilde onların beni onayladıklarını hissettim. Yanında kaldığım müşfik teyzem, ki kendisi insanların en hasıdır, bana daima benim için hayatta evlenmemden daha çok istediği bir şeyin olmadığını söylerdi. 'Rien ne [orme un juene homme, comme une liaison avec une [emme comme il [aut': (Hiçbir şey bir erkeğin kişiliğini iyi aile terbiyesi almış bir kadınla kuracağı yakınlık kadar geliştiremez.) Teyzemin benim için dilediği bir başka mutluluk da benim emir subayı ve de mümkünse İmparatorun emir subayı olmamdı. Ama benim için dilediği mutlulukların en büyüğü benim zengin bir kadınla evlenip mümkün olduğu kadar çok sayıda serfe (tarım işçisi) sahip olmamdı. O yılları dehşet, nefret ve de yüreğimde bir sızı olmaksızın hatırlayamıyorum. Savaşta insanlar öldürdüm ve gene öldürmek amacıyla insanları düelloya davet ettim. Kumarda kaybettim, köylülerin emeklerini çar çur ettim, onları cezalara çarptırdım, ahlaksız bir hayat sürdüm ve insanları kandırdım. Yalan, soygun, her türlü zina, sarhoşluk, şiddet, cinayet, işlemediğim tek bir suç bile kalmamıştı, ama benim çağdaşlarım beni nispeten ahlaklı bir insan olarak gördüler ve de görüyorlar. Bu şekilde on yıl yaşadım. O dönemde kendini beğenmişliğe, açgözlülüğe ve kibre dair yazmaya başladım. Yazarken de hayatta yaptığımın aynısını yapıyordurn; üne ve paraya kavuşmak için yazıyordum ve bunun için iyiyi saklamam ve kötüyü göstermem gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Hayatıma anlamını veren iyi insan olma düşüncesine yönelik gayretlerimi aldırmazlık ve hatta şaka yollu alaya alma maskesi altında az mı gizlemeye çalıştım?! Bunda da başarılı oldum ve övgüler aldım. 

Savaştan sonra yirmi altı yaşında' Petersburg'a geri döndüm ve yazarlarla tanıştım. Beni kendilerinden biriymiş gibi karşıladılar ve pohpohladılar. Ben daha alternatiflerimi araştırmadan, aralarına girmiş olduğum bu yazarlar grubunun hayat görüşlerini benimsemiş oldum ve bu görüşler benim daha iyi bir insan olma yolundaki eski çabalarımın izlerini bütünüyle ortadan kaldırdı. çünkü bu görüşler benim sürdüğüm sefih hayatı haklı çıkaran bir kuram ortaya koyuyorlardı. Bu insanların, yani yazar yoldaşlarımın hayat görüşleri şu Aslında o zamanlar yirmi yedi yaşındaydı. (Çevirmenin notu) şekildeydi: Genel olarak hayat tekamül etmeye devam etmektedir ve bu tekamülde en büyük rol, biz fıkir üreten insanlara düşmektedir. Bu fikir üreten insanlar arasında en büyük nüfuza ise biz sanatçılar sahibiz. Bizim mesleğimiz insanlığa öğretmenlik yapmaktır. Akla hemen şu soru gelebilir: Ben ne biliyorum ve ne öğretebilirim? Bu kuramda açıklandığına göre bunun bilinmesine gerek yoktu. Sanatçı kendisi farkında olmadan öğretir, Hayranlık uyandıran bir sanatçı olarak kabul ediliyordum ve bu kuramı benimsememden doğal bir şey olamazdı. Bir sanatçı olarak ben yazıp çiziyor ve insanları eğitiyordum. Ama ne öğrettiğimi ben de bilmiyordum ve bu işin karşılığında belli bir ücret alıyor, nefıs yemekler yiyor, harika bir yerde kalıyor, muhteşem kadınlarla birlikte oluyor ve mükemmel bir camianın içinde yer alıyordum. ünlü biriydim, bu da öğrettiklerimin doğru şeyler olduğunu gösteriyordu. Sanatın anlamına ve hayatın tekamülüne olan bu inanç bir dindi ve ben bu dinin papazlarından biriydim. Bu dinin papazlarından biri olmak eğlenceli ve karlı bir şeydi. Epeyce bir süre bu inancın içerisinde doğruluğundan şüphe duymadan yaşadım. Ama bu hayatın ikinci, daha çok da üçüncü yılında bu dinin yanılmazlığından şüphe duymaya başladım ve araştırmaya giriştim. Şüphe duymama yol açan ilk sebep bu dinin papazlannın kendi aralarında anlaşamadıklarını fark etmeye başlamamdı. içlerinden bazıları şöyle diyordu: En ivi ve ei) yararlı öğretmenler bizleriz, biz gerekli olan şeyleri öğretiyoruz, ama diğerleri yanlış şeyler öğretiyor. Diğerleri de şöyle söylüyordu: Hayır! Gerçek öğretmenler bizleriz, asıl siz yanlış şeyler öğretiyorsunuz. Ve bu şekilde birbirleriyle tartışıyor, kavga ediyor, birbirlerine küfrediyor, birbirlerini faka ve tongaya bastırıyorlardı. Aramızdaki pek çok kişi ise kimin haklı kimin haksız olduğunu umursamadan, mesleğimizi kullanarak açgözlü emellerine ulaşmayı hedefliyordu sadece. Bütün bunlar karşısında inandığımız şeylerin doğruluğunu sorgulamaya mecbur kaldım.Dahası, bu inancın fıkir babasının ilkelerinin doğruluğundan şüphe duymaya başladıktan sonra ona bağlı papazlan da daha bir yakından gözlernlemeye başladım. Ve şuna ikna oldum ki, bu dine mensup olan neredeyse bütün papazlar, yani yazarlar ahlaksız kimselerdi ve çoğu eski sefih ve askerlik hayatımda tanıdıklarımdan çok daha aşağılık, kötü, değersiz kişilikte insanlardı. Ama sadece çok kutsal kişilerde ya da kutsallığın ne demek olduğunu bilmeyen insanlarda rastlanabilecek bir şekilde, kendilerine güvenleri ve kendilerinden memnun bir halleri vardı. Bu insanlardan tiksinmeye başladım, kendimden de tiksinmeye başladım ve bu inancın sahtekarlıktan başka bir şey olmadığım anladım. Ancak söylemesi tuhaftır, bu sahtekarlığı fark etmiş ve reddetmiş olmama rağmen bana bu insanların vermiş oldukları unvanı, sanatçılık ve öğretmenlik unvanını reddetmedim. Bir sanatçı olduğumu ve ne öğrettiğimi bilmesem de herkese öğretmenlik yapabileceğimi saf bir şekilde düşünüyor ve düşündüğüm gibi de hareket ediyordum. 

Bu insanlarla kurduğum yakınlıktan yeni kötü huylar -anormal derecede büyük bir kibir ve ne öğrettiğimi bilmesem de, insanlara öğretmenlik yapmanın benim mesleğim olduğuna dair delice bir öz güven edinmiştim. O zamanları, kendirnin ve o insanların halet-i ruhiyelerini hatırlamak (gerçi o insanlardan bugün binlerce var) korkunç, üzücü ve gülünç bir şey ve bende insanın bir tımarhanede hissedebileceği türden duygular uyandırıyor. O zamanlar hepimiz mümkün olduğunca kısa sürede ve mümkün olduğunca çok miktarlarda konuşmamız, yazmamız ve eser yayınlamamız gerektiğine ve bütün bunların insanlığın iyiliği için olduğuna inanıyorduk, Ve binlercemiz birbirimizle ters düşerek, birbirimize küfürler ederek eserler yayınlamaya, yazmaya ve diğerlerine öğretmenlik yapmaya devam etti. Hiçbir şey bilmediğimizin farkına varmaksızın ve de hayattaki en basit soru olan, "ıyi nedir ve de kötü nedir?"e verecek yanıtımız olmaksızın, hep bir ağızdan konuştuk, birbirimizi dinlemedik. Bazen sonradan kendimiz desteklenmek ve övülmek için birbirimizi destekledik ve övdük, bazense birbirimize öfkelendik tıpkı bir tımarhanede olabileceği gibi o Binlerce işçi gece gündüz güçlerinin son damlasına kadar çalışıyor, harfleri diziyor ve posta servisinin bütün Rusya'ya dağıttığı milyonlarca sözcüğü basıyorlardı. Biz de öğretme işine devam ediyor, yeteri kadar öğretebilecek vakti asla bulamıyor ve bizlere yeterli ilginin gösterilmemesine öfkeleniyorduk. Müthiş tuhaf bir durumdu, ama şimdi oldukça anlaşılır geliyor. Gerçekte bizi en çok ilgilendiren konu, mümkün olan en çok parayı ve övgüyü almaktı. Bu uğurda kitap ve makale yazmak dışında bir şey yapamazdık. Biz de kitaplar ve makaleler yazdık. Ancak böylesi faydasız bir işi yapabilmek ve çok önemli insanlar olduğumuza emin olabilmek için faaliyetlerimizi haklı çıkaran bir kurama ihtiyacımız vardı. Kendi aramızda bu kuramı geliştirdik: "Var olan her şey akılla açıklanabilir. Var olan her şey tekamül eder. Ve her şey kültür yoluyla tekamül eder. Kültürün ölçütü ise kitap ve gazete tirajlardır, Bizlere bir ücret ödeniyor ve saygı gösteriliyor, çünkü bizler kitap ve gazetelere yazılar yazıyoruz. Bu yüzden de insanlarım en faydalısı ve en iyisi biziz." Hepimiz aynı fikirleri paylaşıyor olsaydık bu kurama bir diyeceğimiz yoktu, ama içimizden herhangi birisinin söylediği bir fikir tamamen zıt bir fikirle karşılaşıyordu. Aslında bu durum karşısında enine boyuna düşünmemiz gerekirdi. Ancak biz bu durumu görmezden geldik; insanlar bize para ödemeye ve de bizim tarafınızda olanlar bize övgüler düzmeye devam ettiler. Bu yüzden de herkes kendisini haklı gördü zaten. Şu an apaçık görebiliyorum ki bütün bu olanların bir tımarhanedekinden hiçbir farkı yokmuş, ama o zamanlar bunu ben sadece belli belirsiz sorguluyordum ve bütün deliler gibi ben de kendim dışındaki herkese deli diyordum.

Kaynak: 
Lev Nikolay Tolstoy - İtiraflarım, antik kitap

26 Nisan 2020 Pazar

Lev Nikolay Tolstoy - İtiraflarım I

Selam deyip, çok uzatmadan hemen sizlere L.N Tolstoy - İtiraflarım eserinin ilk bölümünü gönderiyorum. Tüm bölümleri sizlerle paylaşacağım.. İyi okumalar.






Bölüm I

Ben Ortodoks Hristiyan inancına göre vaftiz edildim ve yetiştirildim. Bu inanç bana çocukluk ve gençlik çağım boyunca öğretildi. Ne var ki, on sekiz yaşında üniversiteyi ikinci sınıftan terk ettiğimde geçmişte bana öğretilen şeylerin hiçbirisine artık inanrnıyordum. Belli hatıralardan çıkarabildiğim kadarıyla, bana öğretilenlere hiç ciddi olarak inanmamıştım. Sadece öğretilenlere ve etrafımdaki büyüklerin inançlarıyla ilgili söylediklerine güvenmekle yetiniyordum. Ancak bu temelsiz bir güven duygusuydu. On bir yaşında yoktum. Bir lise öğrencisi olan Vladimir Milyutin'in (kendisi öleli çok oluyor) bir Pazar bizi ziyarete gelip okullarında gerçekleşen en son keşfi haber verdiğini hatırlıyorum. Keşif, Tanrının var olmadığı ve bize Onun hakkında öğretilen bütün o şeylerin uydurma şeyler olduğuydu (yıl 1838'di). Ağabeylerimin duydukları bu haberle ne kadar ilgilendiklerini şimdi hatırlıyorum. Beni toplantılarına çağırdılar. Hatırlıyorum, hepimiz çok heyecanlanmıştık ve bu fikir bize oldukça ilginç ve olası gelmişti. O zamanlar üniversitede okuyan ağabeyim Dimitri o her zamanki tutkulu yapısıyla kendisini aniden dine verdiğinde, kilisedeki bütün ibadetlere katılmaya, sade ve ahlaklı bir yaşam sürmeye başladığında, hepimizin -büyüklerin bile -onunla dalga geçtiğini ve bir sebepten ona sürekli 'Nuh' dediğini de hatırlıyorum. O dönemde Kazan Üniversitesinin kütüphane müdürü olan Musin-Puşkin'in kendi evinde düzenlediği bir dansa bizi de davet ederken bu daveti geri çeviren ağabeyimi müstehzi bir şekilde Hz. Davut'un bile Ahit Sandığı önünde dans ettiği argfunanıyla ikna ettiğini hatırlıyorum. Büyüklerimin yaptıkları bu şakalara sempatiyle bakar ve bu şakalardan Hristiyan ilmihalini öğrenmenin ve kiliseye gitmenin her ne kadar gerekli bir şey olsa da fazla da ciddiye alınmaması gerektiği sonucunu çıkarırdım.
Çok küçük yaşlarda Voltaire'i okuduğumu ve onun alaycı yorumlarının beni sarsmaktan çok eğlendirdiğini de hatırlıyorum. Benim inançtan kopuşum bizim seviyemizdeki insanlar arasında olağan olduğu şekilde gerçekleşti. Çoğu durumda, zannedersem, kopuş şu şekilde oluyor: Siz de diğerleri gibi, dinsel öğretiyle sadece hiçbir ortak yönü olmayan ilkeler doğrultusunda bir hayat değil, genel olarak bu öğretiye karşı olan bir hayat sürmektesinizdir. Dinsel öğreti hayatınızda bir rol oynamamaktadır. İnsanlarla olan ilişkilerinizde bu öğretiyle asla yüz yüze gelmemektesinizdir. Siz de bu öğretiyi yaşamınızda dikkate almıyorsunuzdur. Dinsel öğreti hayatın çok uzağında ve hayatla ilintisiz bir şekilde dile getirilmektedir. Şayet bu öğretiye tesadüf edilecek olursa, o zaman o, hayattan kopuk, hayatın dışında bir olgudan ibarettir. Bir insanın yaşamına ve yaptıklarına bakarak onun inançlı ya da inançsız biri olduğu yolunda bir değerlendirmeye gitmek bugün olduğu gibi o gün de imkansızdı. Geleneklere bağlı biri olduğunu herkesin önünde açık açık söyleyenle bunu açık açık reddeden iki kişi arasında bir fark olacaksa, bu fark ilkinin lehine olmazdı. Bugün olduğu gibi o gün de muhafazakar biri olduğunu açık açık söylemek ve itiraf etmek dar kafalı, zalim ve kendilerine büyük önem atfeden insanlar arasında rastlanan bir şeydi. Yetenek,dürüstlük. güvenilirlik, iyi huyluluk ve ahlaki davranışlar ise çoğunlukla inançsızlarda görülen özelliklerdi. Okullar Hristiyan ilmihalini öğretiyor ve öğrencileri kiliseye yolluyor. Devlet memurlarından, mezheplerinin eğitimini aldıklanna dair belge soruluyor. Ama bizim çevremizden olan biri eğitimini tamamladıktan sonra devlet memurluğuna da girmediyse bugün bile (eskiden daha da kolaydı) rahat bir on-yirmi yıl Hristiyanlar arasında bulunduğunu ve de Hristiyan Ortodoks Kilisesinin bir üyesi kabul edildiğini unutarak yaşayabilirdi. Eskiden olduğu gibi bugün de, kabul edildiği var sayılan ve dış baskılarla desteklenen dinsel öğreti bilginin ve kendisiyle çelişen hayat deneyimlerinin etkisiyle gittikçe çözülmekte ve herhangi bir kişi kendisine çocuklukta verilen dinsel öğretiyi bozulmamış bir şekilde muhafaza ettiğini zannederek yaşayadururken aslında inancından geriye hiçbir şey kalmamış olmaktadır.

Bir zamanlar S ... adındaki zeki ve dürüst bir adam bana inanmaktan nasıl vazgeçtiğini anlatmıştı. Bir av sırasında -o zamanlar yirmi altısına çoktan basmış -o gece kamp yaptıkları yerde çocukluktan kalma bir alışkanlıkla akşam vakti dua etmek için dizlerinin üstüne çökmüş. Onunla ava gelen ağabeyi uzandığı kuru otların üzerinden onu izliyormuş. S ... dua etmeyi bitirip yatmak için ha-zırlanırken ağabeyi ona şöyle demiş: "Bunu hala yapıyorsun ha?" Aralarında başka bir konuşma geçmemiş. Ama o günden sonra S ... dua etmeyi ve kiliseye gitmeyi bırakmış. Otuz yıldır ne dua ediyor, ne Aşai Rabbani ayinine katılıyor, ne de kiliseye gidiyor. Bu, ne ağabeyinin fikirlerinden, ne kendisinin bu fikirlere katılmış olmasından, ne de kendi ruhunda başka bir inançta karar kılmış olmasından kaynaklanıyordu. Ağabeyinin söylediği söz kendi ağırlığıyla zaten çökmek üzere olan bir duvarın tek bir dokunuşla yıkılması gibi bir etki yapmıştı sadece. O söz, kendisinin inancın kapladığını sandığı yerde aslında uzun süreden beri bir boşluğun var olageldiğini ve dua ederken bir takım sözleri söylemenin, istavroz çıkarmanın ve diz üstüne çökmenin oldukça mantıksız hareketler olduğunu göstermişti. Mantıksızlığın iyice farkına varınca bu hareketleri devam ettirememişti. Sanırım bu, insanların büyük bir çoğunluğunda böyle oldu ve olmakta. Kendilerine karşı dürüst, eğitim düzeyi bizimle aynı olan insanları kastediyorum; inanç ikrarını dünyevi amaçlara ulaşmak için bir araç olarak kullananları değil. (Böyle insanlar en büyük imansızlardır, çünkü inanç bu kimseler için dünyevi amaçlara ulaşmada bir araçsa eğer, o tabi ki inanç değildir.) Bizim düzeyimizde eğitim almış olanların duruşu ise farklıdır. çünkü onlarda o suni binanın yavaş yavaş ortadan yok olmasına yol açan şey bilginin ve varoluşun ışığıdır. Onlar bu yok oluşu ya çoktan fark etmişler ve binanın enkazını da kaldırmışlar, ya da henüz bu durumun farkına varamamışlardır.

 Çocukluğumdan itibaren bana verilen dinsel öğreti başkalarında olduğu gibi bende de yok oldu. Şu farkla ki, ben on beş yaşından itibaren felsefi eserleri okumaya başladım ve benim öğretiyi reddedişim oldukça küçük bir yaşta bilinçli bir şekilde oldu. On altı yaşından itibaren dua etmeyi, kiliseye gitmeyi ve kendi irademle oruç tutmayı bıraktım. Bana çocukluğumda öğretilen şeylere inanmıyordum, ama inandığım bir şeyler vardı. Neye inandığımı ise hiç anlatamıyordum. Bir Tanrı'ya inanıyordum. Ya da daha doğrusu Tanrıyı inkar etmiyordum. Ama nasıl bir Tanrı'ya inandığımı tanımlayamıyordum. İsa'yı ve öğretisini de inkar ettiğim yoktu, ama öğretisinin içeriğini gene tanımlayamıyordum. Geçmişe dönüp baktığımda şimdi şunu açıkça görebiliyorum ki, benim itikatim -tek gerçek itikatim-hayvani içgüdülerimin dışında hayatıma yön veren o itici güç, kendimi mükemmelleştirme-ye olan inancımdı. Ama bu mükemmelleştirmenin içeriği ve amacı neydi, anlatamıyorum. Kendimi zihnen geliştirmeye çalışıyordum araştırabileceğim her şeyi araştırıp öğreniyordum, hayatın yoluma çıkardığı her şeyi. İrademi mükemmel hale getirmeye çalıştım; kendi kendime kurallar koyuyor, sonra bu kurallara uymaya çalışıyordum. Kendimi fizik olarak geliştiriyordum, her türden egzersizle gücümü ve çevikliğimi artırdım. Kendimi her şekilde yoksun bırakarak dayanıklı ve sabırlı olmaya alıştırdım. Bunların hepsini mükemmel insan olma yolunda yapılması gerekli şeyler olarak görü-yordum. İlk başta ahlaki açıdan mükemmelliğe Ulaşmak fikri vardı tabi ki. Ama bu kısa süre sonra yerini her alanda mükemmelliğe ulaşma, sadece kendi gözümde ya da Tanrının gözünde değil, başka insanların gözünde de daha iyi bir yerde olma isteğine bıraktı. Bu çaba da çok geçmeden başkalarından daha güçlü olma arzusuna dönüştü; başkalarından daha ünlü, daha önemli ve daha varlıklı olma arzusuna.


Kaynak: 
Lev Nikolay Tolstoy - İtiraflarım, antik kitap

25 Nisan 2020 Cumartesi

Can Yayınları Klasik Serisi

1. Vadideki Zambak (Honore De Balzac)
2. Uğultulu Tepeler (Emily Bronte)
3. Suç ve Ceza (Fyodor Dostoyevski)
4. Sıra Dışı Bir Adam (Anton Çehov)
5. Madam Bovary (Gustave Flaubert)
6. Oliver Twist (Charles Dickens)
7. Poetika (Aristoteles)
8. Prens (Niccolo Machiavelli)
9. Kuyu ve Sarkaç (Edgar Allan Poe)
10. Komünist Manifesto (Karl Marx Friedrich Engels)
11. Jane Eyre (Charlotte Bronte)
12. İvan İlyiç’in Ölümü (Lev Tolstoy)
13. Dorian Gray’in Portresi (Oscar Wilde)
14. Emma (Jane Austen)
15. Genç Werther’in Acıları (Johann Wolfgang Von Goethe)
16. İki Şehrin Hikayesi (Charles Dickens)
17. Büyük Umutlar (Charles Dickens)
18. Bir İdam Mahkümunun Son Günü (Victor Hugo)
19. Beyaz Diş (Jack London)
20. Ana (Maksim Gorki)
21. Putların Alacakaranlığı (Friedrich Nietzsche)
22. Afyon (Geza Csath)
23. Babalar ve Oğullar (Ivan Sergeyeviç Turgenyev)
24. Zamanımızın Bir Kahramanı (Mihail Yuryeviç Lermontov)
25. Savaş ve Barış (1.Cilt) (Lev Tolstoy)
26. Şeytanın İksirleri (E. T. A. Hoffmann)
27. Duygusal Eğitim (Gustave Flaubert)
28. Kızıl ile Kara (Stendhal)
29. Yaşanmış Hikayeler (Maksim Gorki)
30. Goriot Baba (Honore De Balzac)
31. Martin Eden (Jack London)
32. Notre-Dame’ın Kamburu (Victor Hugo)
33. Katıksız Sevgi (Jack London)
34. Kedi Murr’un Hayat Görüşleri (E.T.A. Hoffmann)
35. Mansfield Park (Jane Austen)
36. Yeraltından Notlar (Fyodor Dostoyevski)
37. Anna Karenina 1. Cilt (Lev Tolstoy)
38. İnsancıklar (Fyodor Dostoyevski)
39. Suçluyorum (Emile Zola)
40. Vahşetin Çağrısı (Jack London)
41. Beyaz Geceler (Fyodor Dostoyevski)
42. Çocukluğum (Maksim Gorki)
43. Mujik (Maksim Gorki)
44. Karanlığın Yüreği (Joseph Conrad)
45. De Profundis (Oscar Wilde)
46. İnsanlar Arasında (Maksim Gorki)
47. Çılgın Kalabalıktan Uzak (Thomas Hardy)
48. Michael Kohlhaas (Heinrick Von Kleist)
49. Kreutzer Sonat (Lev Tolstoy)
50. Gizli Başyapıt (Honore de Balzac)
51. Batı Penceresinin Meleği (Gustav Meyrink)
52. Üstat Pire (E.T.A. Hoffmann)
53. Hacı Murat (Lev Tolstoy)
54. Aşk Ve Gurur (Jane Austen)
55. Sis (Miguel de Unamuno)
56. Ölümden Acı (Guy de Maupassant)
57. Bakire ile Çingene (D.H. Lawrence)
58. Tûtînâme - Behçet Necatigil’in Türkçesiyle
59. Gulliver’in Seyahatleri (Jonathan Swift)
60. Karamazov Kardeşler (Fyodor Dostoyevski)
61. Ademden Önce (Jack London)
62. Amcanın Düşü (Fyodor Dostoyevski)
63. Malte Laurids Brıggenin Notları (Rainer Maria Rilke)
64. Ölüler Evinden Notlar (Fyodor Dostoyevski)
65. Tormesli Lazarillo (Anonim)
66. Bilirbilmezler (Gustave Flaubert)
67. Tatsız Bir Olay (Fyodor Dostoyevski)
68. Tom Amca’nın Kulübesi (Harriet Beecher Stowe)
69. Diriliş (Lev Tolstoy)
70. Denizin Çağrısı (Jack London)
71. Dracula (Bram Stoker)
72. Adsız Ülke (Henri Alain-Fournier)
73. Budala (Fyodor Dostoyevski).
74. Yaman Adam (Miguel de Unamuno)
75. İzlanda Balıkçısı (Pierre Loti)
76. Üç Öykü (Gustave Flaubert)
77. Frankenstein ya da Modern Prometheus (Mary Shelley)
78. Germinal (Émile Zola)
79. Benim Üniversitelerim (Maksim Gorki)
80. Moby Dick (Herman Merville)
81. Demir Ökçe (Jack London)
82. Aşk Olsun (Kollektif)
83. Eugenie Grandet (Honore de Balzac)
84. Güney Denizi Hikayeleri (Jack London)



Can Yayınları tarafından daha önce basılmış olan kitaplar mevcut. Yeni beyaz kapak görüntüsünde klasikler serisi olarak başlattığı liste. Ben sanırım Can Yayınları Klasik'te sadece Dostoyevski okuyorum.. Bir tek Budala adlı eseri eksik. Ve çevirilerinden çok memnunum.

Öpüldünüz,

24 Nisan 2020 Cuma

Yeraltı Adamının Hikayesi - Mini Dizi: Dostoyevski





Bence insanın en belirgin özelliği şudur: iki ayaklı, nankör varlık.
                                                     Dostoyevski - Yeraltından Notlar
                  syf.38 - Can Yayınları

Uzun zamandır bu kadar güzel bir şeyle karşılaştığımı hatırlamıyorum. Hazır ben buldum, izledim, ba-yıl-dım. Hemen sizlere de önereyim dedim ve tüm linkleri sizin için tek bir yerde derledim..
Açıkçası ben Dostoyevski'yle ilgili bir çok makale, yazı, deneme okumuş biri olarak gerçekten çok beğendim. Rus Sineması beni, Rus Edebiyatı kadar etkilememişti bu zamana kadar. Oyunculuklar muazzam, çoğu detay işlenmiş.

Dizi de kitaplarının çoğundan alıntılar mevcut. Okuduklarınızı hemen anlayacaksınız, okumadıklarınızı ise Dostoyevski'yi tanımaya başladığınız için hangi kitaptan olduğunu çözebileceksiniz. Bu arada Dostoyevski'nin bilinmeyenleri, iyi ve kötü Dostoyevski  yazımda bahsettiğim tüm özellikleri dizide tek tek işlenmiş durumda.
Benim için tek eksiklik dizinin kürek cezasıyla başlamış olması. Halbuki Dostoyevski dönemini ikiye ayırır; Sibir öncesi ve Sibirya sonrası olarak..

Biraz bilgi ekleyeyim sizler için;

Sadece hafta sonları ekrana gelen 8 bölümlük mini dizimiz, Ülke TV kanalıyla ülkemizde gösterime girdi. Ben genelde alt yazılı dizi film izlediğim için Türkçe Dublaj olması sadece benim için bir eksiklikti.. Bunun dışında yazımın başından beri bahsettiğim gibi, her bölümünde ayrı etkilendim diziden.. Dizinin yönetmen koltuğunda Vladimir Khotinenko var. Karaterleri ise,  Evgeny Mironov, Chulpan Khamatova, Vlademir Simonov, Darya Moroz,  Pavel Barshak, Elizaveta Arzamasova  gibi oyuncular canlandırıyor.


Bu arada en sevdiğim sözüyle başladık konuya.. Dostoyevski benim için gerçekten bir insan tahlilcisidir. Bizi tahlil eder ve kendisine göre kategorize ettiği sınıflara yerleştirir; sevilmeyenler ve yeraltındakiler..

Keyifle izleyin.

Dostoyevsi 1. Bölüm

Dostoyevski 2. Bölüm

Dostoyevski 3. Bölüm

Dostoyevski 4. Bölüm

Dostoyevski 5. Bölüm

Dostoyevski 6. Bölüm

Dostoyevski 7. Bölüm

Dostoyevski 8. Bölüm


Öpüldünüz.

23 Nisan 2020 Perşembe

İnsanca, Pek İnsanca: Bir Nietzsche Belgeseli




Selamlaar,

Bu hafta biraz felsefe - bilim yapalım dedik. Sanırım felsefe ağırlıklı ilerleyeceğiz. Sizler için Friedrich Nietzsche'nin belgeselini buraya bırakacağım, ben sevdim, umarım sizde seversiniz.

Bu belgesel şuradan geliyor, 

1999 yılında BBC ve RM Art ortak olarak 3 bölümlük mini dizi yayınlıyor. Bu mini dizimizin her bölümünde Avrupa'nın farklı önemli düşünürlerini ele alıyorlar. İlk bölüm Nietzsche için çekiliyor, kalan 2 bölüm ise;  Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre üzerine.

Bu bölümde tüm çalışmalarını Nietzsche üzerine yapmış bir akademisyenin, onun hakkındaki düşünsel dünyası mevcut.


Link bırakıyorum, öpüldünüz.


İnsanca, Pek İnsanca: BBC Nietzsche Belgeseli (1999)




22 Nisan 2020 Çarşamba

Bilimsel Olarak Kanıtlanan Friedrich Nietzsche Sözü :" Beni Öldürmeyen Acı Güçlendirir."





Selamlar,

Bugün sizlere bilimsel olarak kanıtlanmış olan bir özdeyişten bahsedeceğim. Gerçi bunun kanıtlanması için herhangi bir deneye ihtiyaç ne kadar duyuldu bilemiyorum. Filozofların yarı deli - yarı dahi olanı. Friedrich Wilhelm Nietzsche bildiğiniz üzere bir çok yazar - psikolog - filozofa gösterici olmuştur. Nietzsche'nin insan duyguları tahlili konusunda nokta atışı yaptığı özdeyişlerden biri. " Beni öldürmeyen acı güçlendirir."

Gelin şimdi araştırmalardan söz edelim.

Başarılı olmak kadar başarısızlıkta hayatın bir parçası. Hiç bir insan ben hayatımda her zaman başarılı oldum diyemez. Herkes hata yapar, başarısız olur ve bunlar insana bir çok şey katar. Bu başarısızlıklar ilerleyen dönemdeki başarıların temelini oluşturduğu söylenebilir. Tecrübe olarak da adlandırılabilir.

ABD’deki Northwestern Üniversitesi’nde bulunan bilim insanları, insanların mesleki başarısızlık ile başarı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için ileri analitikten faydalandılar. Çalışmalar sonucunda, kariyerinin başındaki başarısız olmuş insanların, çalışmalara devam etmesiyle uzun vadede daha başarılı olduklarını buldular.

Yapılan çalışmada, 1990 ile 2005 yılları arasında bilimsel çalışma yapmak amacıyla devletten hibe isteyen bilim insanlarının verileri kullanıldı. Bu genç bilim insanları iki farklı gruba ayrıldı. Birinci grup, hibe başvurusu yapıp, aldıkları puan sınırın hemen altında kalan bilim insanlarından oluşuyordu. İkinci grup ise hibe başvurusu yapıp ve sınır puanın hemen üstünde bulunan bilim insanlarıydı.

Bu veriler incelendiğinde, hibe alamayan bilim insanlarının on yıllık başarıları, hibe almayı başaran bilim insanlarının başarılarına göre yüzde 6.1 yüksek olduğu görüldü. Yani hibe alamayan bilim insanlarının makaleleri hibe alan bilim insanlarının makalelerine göre daha çok hit alıyordu. Yani bu sonuçta Nietzsche’nin sözünü ortaya çıkarıyordu.

Araştırma sonucunda başarısızlığında bir değeri olduğu fikrine ulaşıldı. İlerleyen günlerde ise, araştırma kapsamı genişletilerek diğer mesleklerdeki bu durumun nasıl olduğu araştırılacak.






* İnanın Nietzsche'nin bunun gibi araştırılsa bilimsel olarak kanıtlanacak bir sürü sözü var. 

Öpüldünüz.

21 Nisan 2020 Salı

Edebiyat Tarihinin En Etkileyici 20 Giriş Cümlesi



Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.

  • Leo Tolstoy - Anna Karenina



Mrs. Dalloway çiçekleri kendi alacaktı.


  • Virginia Woolf - Bayan Dalloway


Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.


  • Franz Kafka - Dönüşüm


Eğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Birkaç sayfa okuduktan sonra, burada olmak istemeyeceksiniz. Bu yüzden unutun gitsin. Gidin buradan. Hala tek parçayken hemen kaçın.


  • Chuck Palahniuk -Tıkanma


Ama biz senden kadınlar ve kurmaca yazın konusunda konuşmanı istemiştik, bunun insanın kendine ait bir odası olmasıyla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Açıklamaya çalışacağım…


  • Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda


Ben hasta bir adamım. gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben. sanıyorum, karaciğerimden hastayım. doğrusunu isterseniz, ne hastalığımdan anladığım var, ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum. tıbba, hekimlere saygı duymakla birlikte şimdiye dek tedavi olmadığım gibi bundan sonra da böyle bir şey düşünmüyorum. üstelik boş inançları olan bir insanım, hem de tıbba saygı duyacak kadar.


  •  Fyodor Mihayloviç Dostoyevski - Yeraltından Notlar


Anlatacağım bu şaşılası hikayeye inanacağınızı sanmıyor, sizi de inanmaya zorlamıyorum. Benim, kendimin inanmadığım bir şeye sizleri inandırmaya kalkışmam delilik olur. Buna karşın deli değilim ve düş de görmedim. Ama yarın öleceğim için, bugün içimi dökmek istiyorum. Amacım herkese açık, kısaca, çeşitli düşünceler, görüşler ileri sürmeden, evimde olup bitenleri anlatmak.


  • Edgar Allen Poe - Kara Kedi 'Hikayesinden' 


Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o david copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum.


  • J.D. Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar


Ağlama Angelita; bu akşam ya sana bir ev alacağîm, ya da yasımı tutacaksın.


  • Larry Collins - Dominique Lapierre


Annem bugün ölmüş, belki de dün. Tam hatırlamıyorum.


  • Albert Camus - Yabancı


Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-li-ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-li-ta.


  •  Vladimir Nabokov - Lolita (Beyaz Irktan Dul Bir Erkeğin İtirafları)


Rosenberleri elektrikli sandalyede idam ettikleri yaz; garip, boğucu bir yazdı ve ben New York’ta ne aradığımı bilmiyordum.


  • Sylvia Plath - Sırça Fanus


Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.


  • Sadık Hidayet - Kör Baykuş


Şimdi bir ölüyüm ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde. Son nefesimi vereli çok oldu, kalbim çoktan durdu, ama alçak katilim hariç kimse başıma gelenleri bilmiyor. O ise, iğrenç rezil, beni öldürdüğünden iyice emin olmak için nefesimi dinledi, nabzıma baktı, sonra böğrüme bir tekme attı, beni kuyuya taşıdı, kaldırıp aşağı bıraktı.


  • Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı


O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.


  • Yaşar Kemal – Demirciler Çarşısı Cinayeti


İntihar etmeyeceksek içelim bari!


  • Adalet Ağaoğlu – Bir Düğün Gecesi 


İşte birkaç zamandır beynimi kemiren şüphe… Ben deli miyim? Rica ederim gülmeyiniz. Mesele pek naziktir.


  • Hüseyin Rahmi Gürpınar – Ben Deli miyim?


Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.


  • Murat Uyurkulak – Tol


Beş yaş insanın en olgun çağıdır sonra; çürüme başlar.


  • Alper Canıgüz – Oğullar ve Rencide Ruhlar


Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.


  • Orhan Pamuk - Yeni Hayat


19 Nisan 2020 Pazar

Türkiye İş Bankası Modern Klasikler Serisi


Çıkan Kitapların Listesi 

1. Sineklerin Tanrısı - William Golding
2. Bilinmeyen Adanın Öyküsü - José Saramago (Baskısı başka yayınevinde)
3. Otomatik Portakal - Anthony Burgess
4. Casus - Joseph Conrad
5. Korku Vadisi - Arthur Conan Doyle
6. Vahşetin Çağrısı - Jack London
7. Aforizmalar - Franz Kafka
8. Kopyalanmış Adam - José Saramago (Baskısı başka yayınevinde)
9. Dört Oyun - Bernard Shaw
10. Beyaz Diş - Jack London
11. Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz - Miguel de Unamuno
12. Dörtlerin Yemini - Arthur Conan Doyle
13. A.B.D / 42. Enlem - John Dos Passos
14. Üç Büyük Usta - Stefan Zweig
15. Kendileriyle Savaşanlar - Stefan Zweig
16. Oda Müziği-Bütün Şiirleri -James Joyce
17. Küskün Kahvenin Türküsü - Carson McCullers
18. Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar - Stefan Zweig
19. Bahçede Eğlence - Katherine Mansfield
20. A.B.D / 1919 - John Dos Passos
21. Satranç - Stefan Zweig
22. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig
23. Demir Ökçe - Jack London
24. Mozart ve Deyyuslar - Anthony Burgess
25. Çocuksu Bir Şey - Katherine Mansfield
26. Dönüşüm - Franz Kafka
27. Kule - William Golding
28. Ermiş - Halil Cibran
29. Altın Gözde Yansımalar - Carson McCullers
30. Bir Yazarın Günlüğü - Virginia Woolf
31. Deniz Kurdu - Jack London
32. Kum ve Köpük - Halil Cibran
33. Huckleberry Finn’in Maceraları - Mark Twain
34. Martı - Anton Pavloviç Çehov
35. Vanya Dayı - Anton Pavloviç Çehov
36. Bir Hanımefendinin Portresi - Henry James
37. Çocukluğum - Maksim Gorki
38. Martin Eden - Jack London
39. Ayaktakımı Arasında - Maksim Gorki
40. Bütün Şiirlerinden Seçmeler - Rainer Maria Rilke
41. Bir Elin Sesi Var - Anthony Burgess
42. Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı - Pablo Neruda
43. Şato - Franz Kafka
44. Yıldız Gezgini - Jack London
45. Meczup - Halil Cibran
46. Küçük Burjuvalar - Maksim Gorki
47. Genç Bir Doktorun Günlüğü - Mihail Bulgakov
48. Gitanjali-İlahiler - Rabindranath Tagore
49. Dava - Franz Kafka
50. Ben, Claudius - Robert Graves
51. Ellerin Zamanlarla Dolu - Paul Celan
52. Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat - Stefan Zweig
53. Deniz Feneri - Virginia Woolf
54. Piramit - William Golding
55. Karmaşık Duygular - Stefan Zweig
56. Gog (I-II) - Giovanni Papini
57. Korku - Stefan Zweig
58. Ölümcül Yumurtalar - Mihail Bulgakov
59. Çatal Dil - William Golding
60. Ekmeğimi Kazanırken - Maksim Gorki
61. Yakıcı Sır - Stefan Zweig
62. Dr. Jekyll ile Bay Hyde - Robert Louis Stevenson
63. Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald
64. Köpek Kalbi - Mihail Bulgakov
65. Gömülü Şamdan - Stefan Zweig
66. Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig
67. Gezgin - Halil Cibran
68. Benim Üniversitelerim - Maksim Gorki
69. Mürebbiye - Stefan Zweig
70. Tanrı Claudius - Robert Graves
71. Üç Kız Kardeş - Anton Pavloviç Çehov
72. Ay’a Yolculuk - Jules Verne
73. Doktor Hastalandı - Anthony Burgess
74. Tom Sawyer’in Maceraları - Mark Twain
75. Felice’ye Mektuplar - Franz Kafka
76. Vişne Bahçesi - Anton Çehov
77. Boyalı Peçe - W. Somerset Maugham
78. Feniçka - Lou Andreas-Salome
79. Serbest Düşüş - William Golding
80. Ceza Kolonisinde ve Diğer Öyküler - Franz Kafka
81. Amerika - Franz Kafka
82. Babaya Mektup - Franz Kafka
83. Arayışlar - Lou Andreas-Salome
84. Dalgalar - Virginia Woolf
85. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları
86. Ermişin Bahçesi - Halil Cibran
87. Amok Koşucusu - Stefan Zweig
88. Clarissa - Stefan Zweig
89. Define Adası - Robert Louis Stevenson
90. Bir Çöküşün Öyküsü - Stefan Zweig
91. Anne Frank’ın Hatıra Defteri - Anne Frank
92. Doktor Ox’un Deneyi - Jules Verne
93. Yalnız Bir Avcıdır Yürek - Carson McCullers
94. Seksen Günde Dünya Gezisi - Jules Verne
95. İnsanın Esareti - W. Somerset Maugham
96. Mutlu Prens - Oscar Wilde
97. Alice Harikalar Diyarında - Lewis Carroll
98. Ay Işığı Sokağı - Stefan Zweig
99. Pinokyo - Carlo Collodı
100. Doktor Moreau’nun Adası - H. G. Wells
101. Duvarcı Ustası Don Gesualdo - Giovanni Verga
102. Altıncı Koğuş - Anton Çehov
103. Lord Jım - Joseph Conrad
104. Mecburiyet - Stefan Zweig
105. Artamonovlar - Maksim Gorki
106. Görünür Karanlık - William Golding
107. Zaman Makinesi - H. G. Wells
108. Ottla’ya ve Aileye Mektuplar - Franz Kafka
109. Ruth - Lou Andreas-Salome
110. Zacharius Usta - Jules Verne
111. Bir Kuzey Macerası - Jack London
112. Geçmişe Yolculuk - Stefan Zweig
113. Leonardo’nun Yahuda’sı - Leo Perutz
114. Usta ve Margarita - Mihail Bulgakov
115. Üç Yıl - Anton Çehov
116. Kızıl - Stefan Zweig
117. Bir Safdilin Hatıra Defteri - Arkadi Averçenko
118. Kırık Kanatlar - Halil Cibran
119. Lyon’da Düğün - Stefan Zweig
120. Rahel Tanrıyla Hesaplaşıyor - Stefan Zweig
121. Şeytanın Günlüğü - Leonid Andreyev
122. Patlayan Kuyrukluyıldızlar - Ekspresyonist Öyküler
123. Ceberut Martin - William Golding
124. Şeytan Tozu - Leo Perutz
125. Bozkır (Bir Yolculuk Hikayesi) - Anton Çehov
126. Oz Büyücüsü - L. Frank Baum
127. Ademden Önce - Jack London
128. İstanbul Treni - Graham Greene
129. Ateş Yakmak - Jack London
130. Yahuda İskariot - Leonid Andreyev
131. Homeros’un Kızı - Robert Graves
132. Meselenin Özü - Graham Greene
133. Kadransız Saat - Carson McCullers
134. Hayatım - Bir Taşralının Hikayesi - Anton Çehov
135. Kızıl Kahkaha - Leonid Andreyev
136. Dünyalar Savaşı - H. G. Wells
137. Peter Pan - J. M. Barrie
138. Uyanış - Kate Chopin
139. Canavar (Stephen Crane)
140. İnsanlığın Yıldızının Yükseldiği Anlar (Stefan Zweig)
141. Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (Jules Verne)
142. Küçük Kadınlar (Louisa May Alcott)
143. Kassandra (Christa Wolf)
144. Hayatın Mucizeleri (Stefan Zweig)
145. Buzullar Arasında Bir Kış (Jules Verne)
146. Olalla (Robert Louis Stevenson)
147.Benjamin Buttonın Tuhaf Hikayesi (F. Scoot Fitzgerald)
148.Gizli Bahçe (Frances Hodgson Burnett)
149.Baraganın Dikenleri (Panait Istrati)
150.



** Benim kitaplığımda olanları ben belirttim. Yeni kitaplar çıktıkça buraya eklenecektir. Sizler de kitaplığınızda olanları yoruma yazabilirsiniz.
* Sanırım ben çoğunlukla Zweig serisi yapmaya çalışmışım. Kısa sürede tüm klasikleri tamamlamış olurum umarım.
Öpüldünüz.

Popüler Yayınlar