25 Mayıs 2020 Pazartesi

Sansürlenen Karamazov Kardeşler - || Yazarları ne kadar orijinal okuyabiliyoruz.


 The Brothers Karamazov (1958)


Bir çoğumuz Karamazov Kardeşleri okuduk, hatta yetinmeyip bir çok farklı çevirilerinden de okuduk. Tamamen Dostoyevski sevgisi yahut Rus Edebiyatı sevgisiyle. Okuduğumuz her kitapta Dostoyevski'yle baş başa derin sularda yüzdüğümüzü düşürdük ama sığ düşünceli yayınevleri veya çevirmen veya editör -artık her kim bunun sebebi ise- tarafından aldatılmışız.
Biliyorsunuz ben bir yazarı veya bildiğim yazarın bir kitabını okumadan önce çok detaylı araştırma yaparım. Yine bir gün böyle bir araştırma içerisindeyken, Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşleri kitabındaki “Kardeşler Tanışıyor”, “İsyan” ve “Büyük Engizitörcü” bölümlerini  İngilizce çevirisinden okurken (kendi çapımdaki İngilizcem ve google translete ile birlikte) fark ettim. İnanamayıp farklı farklı kaynaklardaki ingilizce çevirilere de baktığımda Ivan Karamazov'un aynı şeyleri söylediğini gördüm.

Şimdi size Türkçe halini bir çok çeviride  yayınlanmayan o paragrafın, İngilizce çevirisini  ve Türkçe çevirisini ileteceğim;

“By the way, a Bulgarian I met lately in Moscow,” Ivan went on, seeming not to hear his brother's words, “told me about the crimes committed by Turks and Circassians in all parts of Bulgaria through fear of a general rising of the Slavs. They burn villages, murder, outrage women and children, they nail their prisoners by the ears to the fences, leave them so till morning, and in the morning they hang them—all sorts of things you can't imagine. People talk sometimes of bestial cruelty, but that's a great injustice and insult to the beasts; a beast can never be so cruel as a man, so artistically cruel. The tiger only tears and gnaws, that's all he can do. He would never think of nailing  people by the ears, even if he were able to do it. These Turks took a pleasure in torturing children, too; cutting the unborn child from the mother's womb, and tossing babies up in the air and catching them on the points of their bayonets before their mothers' eyes. Doing it before the mothers' eyes was what gave zest to the amusement. Here is another scene that I thought very interesting. Imagine a trembling mother with her baby in her arms, a circle of invading Turks around her. They've planned a diversion: they pet the baby, laugh to make it laugh. They succeed, the baby laughs. At that moment a Turk points a pistol four inches from the baby's face. The baby laughs with glee, holds out its little hands to the pistol, and he pulls the trigger in the baby's face and blows out its brains. Artistic, wasn't it? By the way, Turks are particularly fond of sweet things, they say.” [1]

“Bu arada, geçenlerde Moskova’da karşılaştığım bir Bulgar, genel bir Slav ayaklanmasından korkan Türklerin ve Kafkasyalıların tüm Bulgaristan boyunca yaptıkları zalimlikleri anlattı. Köyleri yakıyor, öldürüyor, kadın ve çocuklara tecavüz ediyor, esirlerini kulaklarından siper kazıklarına çiviliyor, sabaha kadar öylece bırakıp sonra da asıyorlar—akıl almaz her türlü zalimlik. İnsanlar bazen insan vahşetini ‘hayvani’ diye tarif eder, ama bu hayvanlara karşı büyük bir haksızlık ve hakaret; bir hayvan asla bir insan kadar vahşi olamaz, o kadar maharetle, o kadar sanatkarane bir şekilde vahşi olamaz. Kaplan sadece ısırıp parçalar, bütün yapabileceği budur. İnsanları kulaklarından çivilemek, yapabilseydi bile, asla aklına düşmezdi. Bu Türkler ise çocuklara zulmetmekten zevk alıyorlar—ana rahmindeki bebekleri hançerle kesip almaktan, kundaktaki bebekleri havaya atıp annelerinin gözü önünde süngü ucuyla yakalamaya kadar her şeyi yapıyorlar. Bunu annelerinin gözü önünde yapmak asıl zevk aldıkları şey. Ama Bulgar’ın bana anlattıkları arasında şu sahne özellikle ilgimi çekti. Kollarında bebeğiyle, Türkler arasında çembere alınmış, titreyen bir anneyi gözünün önüne getir. Türkler eğlenceli bir oyun icat ediyorlar; bebeği okşuyor, gülsün diye kendileri gülüyorlar. Sonunda istedikleri oluyor ve bebek gülüyor. Tam o anda Türklerden biri silahını bebeğe doğrultup, yüzünden on santim mesafede tutuyor. Bebek sevinçle kıkırdayıp parlayan silahı minik elleriyle yakalamaya çalışıyor ve sanatkar aniden silahı dosdoğru bebeğin yüzüne sıkıp minik başını paramparça ediyor. Sanatkarane, değil mi? Bu arada, Türklerin tatlı şeyleri çok sevdiklerini söylerler.”


Siz daha önce Dostoyevski'yi seversiniz veya sevmezsiniz. Sizlerle blogumda Dostyevski hakkında bir çok şeyi paylaştım. İyi veya kötü, desteklediğiniz veya desteklemediğiniz.. Kitapları olmadığı haliyle okuyucuya aktarmanın doğru olmadığını ve burada gerçekleştirilen sansürün vahim bir bilinç yozlaşması olduğu gerçeğini değiştirmez. Çevirmenler veya yayınevleri çevirileri olduğu gibi yayınlayıp Dostoyevski okuyup okumayacaklarını okurun kendisine bırakması çok daha sağlıklı bir zihniyet olabilirdi. Aşağıda sansürleyen yayınevi/çevirmen ve sansürlemeyen yayınevi/çevirmen detaylarını iletip, bu içeriği burada sonlandıracağım.. 

Sansürcü Yayınevleri ve Çevirmenler 
 
İLETİŞİM  İngilizce çevirilerde sürekli “Türkler” denirken, Ergin Altay (İletişim, editörü Orhan Pamuk; ) çevirisinde “Türk” veya “Türklerin yanı sıra, son cümle ile tecavüz teması da sansürlenmiş.

 SOSYAL ve CEM: Leyla Soykut (Sosyal; ve daha önce Cem) çevirisinde sadece “Bulgaristan'daki yöneticiler” denmiş.

 MORPA: Zübeyde Erol çevirisinde sadece “İnsanlar” denmiş ve paragrafın ilk yarısı da olduğu gibi sansürlenmiş.

 MEB, ODA, TİMAŞ, ANTİK, İSKELE ve ENGİN:  Nhal Yalaza Taluy (Meb), Metn İlkin (Oda), Recep Şükrü Güngör (Timaş ve Antik) ve Mustafa Bahar (İskele) çevirilerinde paragraf olduğu gibi sansürlenmiş.
 
Nesrin Altınova (Engin) “kadın ve çocuklara tecavüz” yerine “kadın ve çocukları boğazlıyorlarmış” demek dışında sansürlememiş.
( Blog yazarı notu : Kadın ve çocuk boğazlamanın, tecavüzden daha aşağı kalır yanı olduğunu düşünmesi, gerçekten çok ilginç )

Sansürlemeyen Yayınevleri ve Çevirmenler

ÖTEKİ ve ALFA: Ayşe Hacıhasanoğlu (Öteki, 1999) le Koray Karasulu (Alfa, 2005) se hiç sansürlememişler.

CAN: Ayşe Hacıhasanoğlu (2010) sansürlenmemiştir.

[1]Dostoevsky, The Brothers Karamazov, çev. Constance Garnett, ed. Ralph E. Matlaw, Norton & Company, 1976, s. 219-20.



Not: Öpüldünüz.
Dipnot: Sanıyorum Tolstoy'un İtiraflarım adlı eserinde de ciddi bir sansür olayı var. Bir sonraki yazımda ondan bahsedeceğim..
Endipnot: Başlığımızda  "Rengin- Aldatıldık" şarkısında geçen " Aldatıldık aldatıldık. Dünya böyle değil." sözünden esinlenilmiştir.



Benzer şeyler : 










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar